2 Ağustos 2019 Cuma

Marco Polo


Marco Polo dizisi, 2. ve son sezonunu 2014 yılında Netflix'te yayınladı. Maalesef daha fazla duyulmuş abartılan dizilere göre daha kaliteli bir yapım olmasına rağmen düşük izlenme oranı nedeniyle devam etmemiş. Yine de izlemeye değer bir 20 bölümü bulunan bu dizi hakkında yazmak istiyorum.



Adından anlaşıldığı üzere dizimiz; tarihte ismi duyulmuş bir seyyah olan Venedikli Marco Polo'nun Cengiz Han'ın torunu Kubilay Han sınırları içerisine girdiğinden itibaren yaşadığı olayları konu alıyor. Senaryonun detaylar bakımından, yüzde yüz tarihle gerçekten ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Ancak, aktarılan kurgunun gerçekçi, mantıklı ve merak uyandıran bir çerçevede verildiğinden eminim. Senaryoda yalnızca Marco Polo'nun kişiliği değil, Kubilay Han'ın da kişiliği ön plana çıkıyor. Derinlik ve gelişim açısından karakterler tatmin edici tasarlanmış. Marco Polo’nun kültür şokunu atlatması, sarayda siyasi olarak kendine bir yer bulmaya çabalaması, Kubilay Han’ın döneminden daha marjinal bir hükümdar olması, hizmetkarlarına karşı davranış stili, karar verirken önem verdiği konuların neler olduğu ve nasıl değişime uğradığı gibi konular izleyiciyi sürüklüyor.



Malezya, Kazakistan ve İtalya gibi farklı ülkelerde çekilen dizi, 13. yüzyılın dertlerini, hırslarını, hastalıklarını ve yükselen değerlerini zengin bir anlatımla ele alıyor. O yüzyılda adı duyulmuş diğer tarihi karakterlerin de isimleri sık sık geçiyor. Görüntü, dekor, kıyafetler bakımından tarihi bir dizinin gerektirdiklerini yerine getirmek için yapımcılar o güzel paralarını harcamışlar. Dizideki dövüş sahneleri mükemmele yakın olmuş diyebilirim. Daha ne olsun der ve tarihi dizileri severim, bu yüzyıldan biraz uzaklaşmak isterim derseniz izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.



İyi seyirler!

10 Haziran 2019 Pazartesi

Dark

Dark, ilk sezonu 2017'de yayınlanmış olan Alman yapımı bir Netflix dizisidir. İki senelik uzun bekleyişimiz 21 Haziran günü 2. sezonun yayınlanması ile nihayet son bulacak.



Bilim kurgu ve gerilim türündeki bu dizide; sakinlerinin "Allah'ın unuttuğu aşırı sıradan bir kasaba olarak tanımladığı" Almanya'daki Winden kasabasında, küçük bir çocuğun esrarengiz bir şekilde kaybolmasının ardından gelişen olaylar anlatılıyor. Bu kasaba, karakterlerin ağzından sıradanmış gibi tanımlansa da işin aslı hiç de öyle değil. Kasabada bir nükleer santral var ve burada ayrıca garip bilimsel deneylerin yapıldığı ilerleyen bölümlerde anlaşılıyor. Tahmin edileceği üzere, çocuğun kaybolmasının bu garip deneylere bağlanması söz konusu pek tabi ki.


İsmine yakışır bir biçimde, atmosfer ve karakterler oldukça karanlık. Kurgu, seyircide sempati değil gerilim uyandırmayı amaçlıyor. Bu konuda gayet başarılı. Alman soğukluğu ve iklimi de üzerine gelince çekinmiyorum arttırıyorum; karanlıktan kör, yağmurdan sırılsıklam oluyoruz. 

Bilim etiğinin de tartışmaya açıldığı bu dizide zaman zaman Einstein'ın sözlerine atıflarda bulunuluyor. Dizideki zaman akışı üçe bölünmüş. 1953, 1986 ve 2019 yılları arasında gidip gelirken karakterlerin kim olduğunu kaçırmamak için Google'da yapacağınız ufak bir arama ile ulaşabileceğiniz soy ağaçlarından destek almanızı öneririm. 

Dizinin müziklerini de başarılı bulduğumu belirtmek isterim. Bu gizem sarmalını umarım mantıklı bir yerde çözerler. Sonra, Lost dizisinin seyircisi gibi ortada kalmayız diye temenni ediyorum.

İyi seyirler!

Chernobly (Mini Dizi)

Son zamanlarda beni çok etkileyen bir diziyi paylaşmak istiyorum. Üzerine çok yazıldı, çizildi, gazete/dergi sayfalarında haber olacak kadar dikkat çeken beş bölümlük, HBO (Amerikan) ile SKY(İngiliz) ortak yapımı bir mini dizi bu Chernobly.
Adından da anlaşılacağı üzere, 26 Nisan 1986 tarihinde bugünki Ukrayna'nın Pripyat şehrinde bulunan Çernobil Nükleer Santrali'nde meydana gelen reaktör kazasını konu alıyor. Diziyi izlerken olayın gerçek olduğunu bilmenin yanı sıra oluşturulan karanlık atmosfer ile her geçen sahnede insan binlerce röntgen radyasyona maruz kalmış gibi hissediyor. Abartıyı bir kenara bırakırsam, oldukça etkileyici bir kurgusu olduğunu söyleyebilirim. Çünkü, bu kurgu gerçeğe dayanıyor, aslında bir tür belgesel izliyoruz diyebiliriz.

Dizideki karakterler için yapılmış cast çalışmasını gayet başarılı buldum. Karakterlerin İngilizce konuşması, insanı hiç rahatsız etmiyor. Dizide kullanılan dış sesler ve yazılar için Rusça seçilmiş. Seksenlerin Sovyet Rusyası ve devlet politikaları çok başarılı ele alınmış. Sovyetler Birliği'nin Dünya'ya karşı tutumu, insanlığın iktidar yarışında neleri feda edebileceği ve ne kadar tehlikeli olabileceği hakkında sanatsal bir kanıt olmuş bu yapım.
Buradan itibaren dizi içeriğinden biraz uzaklaşacağım. Diziyi bitirdikten sonra aklıma gelen ilk şeyin bu felaketin yanıbaşımızdaki komşumuz Ermenistan'da, Sovyet Rusya'dan kalma Metsamor Nükleer Santrali'nde de olabileceğiydi. Iğdır ilimize sadece 16 km uzaklıkta bulunan bu santral oldukça eski teknoloji ile kurulmuş olmasının yanında deprem bölgesinde konumlanmakta. Yakın insanlık tarihimize baktığımızda Japonya gibi gelişmiş ülkelerde bile bu tür kazaların olduğunu, bu işin çok ciddi olduğunu farkında varıp, tecrübelerimize kulak asarsak enerji üretiminin ve dağıtımın daha farklı yollardan elde edilmesi konusunda insanlık uzlaşmalıdır, zorundadır. Hatta, belki çok romantik bir yorum olacak ama İnsan Hakları Bildirgesi'ne her insanın enerji kullanım hakkı vardır ibaresi eklenerek, enerji üretim fazlalığı olan daha iyi durumdaki ülkeler; örneğin Ermenistan gibi küçük ülkelere daha ucuz enerji satmalıdır. Hırslarımız yüzünden geleceğimizi saatli bombalara bağlıyor ve patlamasın diye dua ediyoruz. Daha iyi bir bilince eriştiğimiz güzel günlere diyerek bu incelemeyi sonlandırıyorum.

İyi seyirler!


15 Eylül 2014 Pazartesi

You're The Worst


FX'in  romantik komedi türündeki bu yeni dizisi You're The Worst'ü, ilk sezonunu tamamlamasına ramak kala keşfettim.

Dizi bir düğün sahnesinin ortasında İngiliz aksanlı bir adamın gelinle kavgaya tutuşmasıyla başlıyor. Baş roldeki esas oğlanın İngiliz aksanlı olmasına bakmayın dizi LA'da geçiyor. Adından da anlaşılacağı üzere ilişkilerde kendilerini en kötüsü olarak tanımlayan Gretchen ve Jimmy'nin söz konusu düğün gecesi karşılaşmaları ve kimyalarının onların dahi dehşete kapılacakları oranda tutmasıyla başlıyor.


Normal  sayılan türde bir ilişki yaşamamaktan oldukça memnun olan çiftimiz, ilişkileri normale kaydıkça kendilerini adeta toparlama ihtiyacı hissediyorlar. Birbirlerine karşı dürüstlükleri ve rahatlıkları Him & Her dizisini bilenlere onları hatırlatabilir. Öylesine rahat, çoğu zaman öylesine iğrenç, bazen de bir o kadar sevimliler.

Dizi bir komedi dizisi ancak kahkaha attırmaktan çok gülümseten bir yapısı var. Yaklaşık 20'şer dakika süren dizinin her bölümü bir öncekinden daha iyiye evrildiğini söyleyebilirim. Dizi bu iki karakterin etrafında şekillenirken günlük hayatımızdan bazı rutinlerle ilgili zekice hazırlanmış ufak çaplı alaylara da kayabiliyor. Konuyla alakasız olarak, sempatik esas kızı canlandıran Aya Cash'in acayip bir şekilde oyuncu Nesrin Cavadzade'ye benzettiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Biraz tuhaf ama dürüst, eğlenceli bir kadın ile erkek ilişkisine göz atmak isteyenler için güzel bir dizi.

Her bölümünü ilgiyle izleyeceğinize emin olduğum bu dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.

İyi seyirler!

14 Eylül 2014 Pazar

True Blood


True Blood, 7 sezonluk geçmişe sahip bir HBO dizisidir. Bilmeyenler illaki vardır ama benim için bu yazı, tanıtım yazısından çok gecikmiş bir veda yazısı. Bir yaz günü, henüz Twilight çılgınlığı sona ermemişken  ön yargıyla başlayıp çok sevdiğim, bazen ana karakterimiz Sookie'den usanıp bir kaç sezon ara verdiğim, daha sonra yine başlayıp the authority diye diye arka arkaya izlediğim yazların vazgeçilmezi dizi True Blood, bu yaz 7. sezonunu da yayınlayarak bitti. 


Aslında bir kitap uyarlaması olan bu dizinin hikayesi, insanların düşüncelerini duyabilmek gibi tuhaf bir yeteneğe sahip olan Sookie'nin yaşamını sürdüğü güney kasabasında vampirlerin ve insanların kaynaştığı döneme denk gelen bir zamanda başlıyor. Vampirler yeni üretilen sentetik kan (True Blood) sayesinde gizlice yaşadıkları hayatlarından geceleri kimliklerini saklamadan insanlarla sosyalleşebildikleri normal bir hayata geçiyorlar. Bunun beraberinde aslında kimliklerini saklayan yalnızca vampirlerin olmadığı ortaya çıkıyor ve envai çeşit ırk da yavaş yavaş uykusundan uyanıyor. Kasaba en kaba tabirle biraz çıldırıyor. 


Vampir denilince akla ergenlik gelen günümüzde bu vampirlerin oldukça yetişkin tarzda takıldıklarını belirtmek isterim. Kimse vampir bunlar diye klasik tiplemelerdeki gibi model gibi yakışıklılık ya da Erward Cullen romantikliği beklemesin. Vampir dediysek doğaları oldukça sert, kendi hırsları ve kendilerine has duygusallıkları var. Bir de genellikle olağan üstü varlıkların olduğu fantastik dizilerde insan karakterlerin yabana atıldığı durumlar gözlemlenir ancak True Blood'da böyle bir şey yok. Her karakterin maceraya en yüksek seviyeden ortak olmasını izlerken en olmadık yerde kahkaha atabilir bazen de ağlayacak konuma bile gelebilirsiniz. Fantastik olmasına rağmen bu dizinin her karakterini bağrınıza basıyorsunuz.

Yedi sezonunu tamamlamış, fantastik drama olarak kabul ettiğim bu dizinin tanıtım fragmanını aşağıdan izleyebilirsiniz. Bu arada gelmiş geçmiş en iyi jeneriğe sahip olduğunu söyleyebilirim.


1. Sezon Fragman:
İyi seyirler!



The Knick


The Knick, yazısını yazmak için sezonun bitmesini bekleyemediğim taptaze bir Cinemax dizisi.  Dizi 1900'lerin New York'unda, Knickerbocker Hastanesi'nde geçen bir hayatı inceliyor. İnceliyor diyorum çünkü bir belgesel niteliğinde naturel sahnelere sahip. 


Tıp bugünkü teknolojik seviyesini henüz yakalayamamışken, ilerlemeye çalışan doktorların yaşadığı tıbbi talihsizlikler ile birlikte, bu talihsizliklere tahammül etmeye çalışırken yaşadıkları psikolojik zorlukları da ele alması daha ilk bölümden oldukça etkileyici. Antibiyotik, Penisilin gibi kritik ilaçların, kritik ameliyat aletlerinin ve cihazlarının olmadığı günlere dönüş yapmak için en ideal atmosfere sahip dizi. Dizi, 1900'lerin karanlık çamurlu sokakları, at arabaları, ırkçılıkla dolu bir Amerika, olabildiğince şaşaalı evler, sosyal statü ve din çatışmaları ile dolu, bir dönem dizisinden bekleyebileceğiniz her şeye sahip.


Tıp konusunda kibri, cesareti, ulaşılmaz olana tutkusu bitmek bilmeyen becerikli ama kendi içinde tutarsızlıkları ve zayıflıkları olan Dr. John W. Thackery'i canlandırmada Clive Owen başarılı. Dr. John, doktorların yaşamlarıyla ilgili yapımlardan çağrışım yapan klasik doktor tiplemesine yakın olsada kendisinin 1900'lerde yaşıyor olması onu orijinal kılıyor. Henüz sezonu tamamlanmayan bu dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.


İyi seyirler!


12 Mayıs 2014 Pazartesi

Him & Her


Him & Her BBC'de 2009 yılında yayınlanmaya başlamış olan İngiliz komedi dizisidir. Bölümleri 30'ar dakika süren ve genellikle 5-6 bölümden oluşan sezonlarıyla toplam 4 sezondan oluşuyor. Türkiye'den henüz fazla ilgi görmeyen bu komedi dizisini çok sevdiğimi söyleyebilirim.


Dizi, yirmili yaşlarını süren, çalışmayı sevmeyen, genellikle evde vakit geçirmeye bayılan Steve ve Becky çiftinin başından geçen olayları konu alıyor. Televizyon izlerken yemek yiyerek geçirdikleri keyifli yaşamları, Becky'nin kız kardeşi, aynı zamanda televizyon tarihinde eşine az rastlanır ölçüde sinir bozucu bir karakter olan Laura ve arkadaşlarının ya da garip üst komşunun ziyaretleriyle genellikle kesintiye uğruyor. 


Dizi komedi dizisi dediysek de içinde gülme efektlerinin bile olmadığını, olayları genellikle absürt bir şekilde anlatmayı tercih eden klasik bir İngiliz komedisi tarzını yansıttığını baştan belirteyim. Çiftin iğrençlik sınırlarını zorlayan rahatlıklarıyla dolu, aynı zamanda Steve'in sevimli saçma hareketlerle utanç verici hallere düşmesini ilgiyle izletiyor. Laura'nın çevresine saçtığı uyuzluklara sinir olurken Steve ve Becky çiftinin samimi sevgisine gülümseyerek tepki veriyorsunuz. Dizinin ilk sezon tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.

 
İyi seyirler.








Les Revenants


Les Revenants 2012 senesinde ilk sezonu yayınlanmış olan adından da anlaşıldığı üzere fantastik türde bir Fransız dizisidir. Fransa'da küçük bir kasaba doğaüstü olayların yaşanmasını konu edinen bu diziyi çok başarılı buldum. Dizinin ikinci sezonu bu yılın şubat ayında çıkması gerekiyordu ancak henüz yayınlanmış değil.
,

Peki dizide neler oluyor? Bir gün yıllar önce ölmüş eşiniz siz kırış buruş olmuşken öldüğü günlerdeki gibi gencecik haliyle karşınıza çıkıp gelse ne yapardınız? Ya da bir kaç sene önce öldüğünü bildiğiniz ikiz kardeşiniz öldüğünü hatırlamaz bir halde karşınıza çıksa ve sizin büyüdüğünüzü görüp çığlığı bassa ne tepki verirdiniz?


Daha önceden ölmüş insanların bazılarının bir anda öldüklerini hatırlamaz bir şekilde ortaya çıkıp hayatlarına kaldıkları yerden devam etmeye çalışmalarını konu alıyor dizi. Evet ölüler diriliyor. Bu bir zombi hikayesi bir yerde. Ancak zombiler kas gevşetici iğne vurulmuş gibi hareket eden bilinçsiz çürümüş bedenlerden oluşmuyorlar. Kasaba halkının durumu idrak etmesi ve kabullenmesi sürerken neden, nasıl dirildiklerinin gizemi süren zombiler de kendilerini yeniden keşfetmeye başlıyor.

Dizinin bu gün gördüğüm kadarıyla bir Amerikan versiyonu yeni çıkmış durumda. Ancak ben izlemedim. Genellikle korku gerilim türünde eser veren başarılı yazar Stephen King'in de tweet atarak övgüyle karşıladığı bu diziyi uyarlamalarına bakmadan önce orijinalinden izlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Yaklaşık bir saate yakın bölümlerden oluşan sekiz bölümlük bu dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.


İyi seyirler.










11 Mayıs 2014 Pazar

Utopia


Utopia, önümüzdeki günlerde David Fincher tarafından HBO-Amerikan versiyonunun çekileceği çok başarılı bir İngiliz bilim kurgu dizisidir. Yok-olmayan anlamındaki Yunanca kökenli 'üyopya' kelimesinin beynimizde oluşturduğu paranoyak ruh halinin karşılığını rahatlıkla buluyor dizi. Gerçekte olması bugün bile ihtimal olabilecek ürkütücü tasarımların yaydığı korku dalgalarıyla geçen bir sezondan oluşuyor.

Dizide ailesinden ayrı büyümüş gizemli Jessica Hyde bilim adamı olan babasının şizofreni hastalığına yakalandığı sıralarda yaptığı tuhaf çizimlerin izini sürmektedir. Tek bir bölümün yayınlandığı 'Ütopya' adını verdikleri karanlık karakterlerle dolu bu çizimlerin bir çok takipçisi vardır. Orijinal çizimlerin ilk bölümünü elinde bulunduran Becky internetten tanıştığı diğer takipçilerle buluşmaya karar verir. Jessica Hyde ile birlikte ortaya çizimlerin tek bölümden oluşmadığı ve eserin anlatmak istediğinin  çok önemli bir mesaj olduğu ortaya çıkar. Öyle ki bu mesajın ucu Sağlık Bakanlığı'na kadar dayanmaktadır ve bu yüzden buluşmaya gelen takipçilerin hepsi bu sırrın bilinmesini istemeyen Network denilen karanlık yapının hedefi haline gelecektir.


Soğuk atmosferi, karakterlerin donuk ifadeleri ile dizinin fazlasıyla İngiliz olduğunu söyleyebilirim. Enteresan senaryosunun yanında dizinin görüntüleri de mükemmel. Dizide sürekli olarak duyduğum 'Where is Jessica Hyde?' sorusundan biraz sıkılsam da başından sonuna kadar gerilimi ve heyecanı benim için hiç düşmedi. Yalnızca bir sezonu çıkan dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz.



İyi seyirler.


Mildred Pierce


Mildred Pierce, başarısı beş Emmy ödülü ve bir Altın Küre ödülü ile taçlandırılmış HBO yapımı beş bölümlük bir mini drama dizisidir. Dizinin adı yetenekli oyuncu Kate Winslet'in canlandırdığı Mildred karakterinden gelmekte. 

Mildred, Amerika'nın Büyük Buhran'ını yaşadığı zamanlarda işsiz kocası tarafından aldatılmasıyla yüzleşir ve iki çocukla birlikte kendi ayaklarının üstünde durmanın yollarını aramak zorunda kalır. Ekonomik krizin ülkenin her yerinde kendini göstermesinden nasibini alan California'nın sokaklarını aşındıran Mildred umduğu gibi bir iş bulamaz. Yaşam mücadelesinde yenik düşmemek için küçük bir kafede garson olarak işe başlayan Mildred, zor bulduğu bu işini küçük yaşta hırsları boyunu aşan kızı Veda'dan saklayacaktır. 


Veda'nın da etkisiyle Mildred elinden gelenin en iyisi ile mücadeleye devam edecek bu sırada 5 bölüm boyunca başına gelenler Öyle Bir Geçer Zaman ki Cemile'nin 120 bölüm boyunca başına gelenleri kıskandıracak türde olaylar olacaktır. 


Drama oynamak için yaratılmış bir yüze sahip olan Kate Winslet'in yanında küçük Veda'yı canlandıran oyuncu Morgan Turner ve büyük Veda'yı canlandıran oyuncu Evan Rachel Wood'un performansları oldukça iyi. 30'lu yılların Amerika'sında geçen bu hikayenin klişelerle dolu olacağını beklemek gayet doğal. Ancak beklenenin aksine hikayenin akıcı ve merak uyandırıcı olduğunu söyleyebilirim. Dizinin tanıtım filmini aşağıdan izleyebilirsiniz. 




İyi seyirler.